27 Ağustos 2016 Cumartesi

Merhaba Minimalizm!



Oldum olası hayatta en kıskandığım insanlardır minimalistler.

Yıllarca “minimalist olmayı çok isterdim ama ben olamam, çünkü…” diye başlayan cümleler kura kura kendimi kandırmış durmuşum. Biriktirmiş de biriktirmiş, ruhen de, fiziksel olarak da yük bindirdikçe bindirmişim üzerime.

Analog dönemi, aradaki geçiş dönemlerini ve hızla gelişen ve her gün gittikçe daha fazla kolaylıklar sunan dijital dönemi arka arkaya yaşayan biri olarak hem şanslı, hem de şanssız sayabilirim kendimi.

Şanslıyım çünkü bilgisayar başında büyümedim. Sokaklarda oynadık, kütüphanelere gittik. Teknoloji olarak ne varsa onu kabul edip fazla da kurcalamadık. Çok okuduk.

Ben çok okudum, ne bulursam okudum. Bütün paramı kitaplara yatırdım. Ödünç alıp okumak ve geri vermek yoktu kavram olarak bende. Ya bulamazsam o kitabı, ya geri verdikten sonra bir şey için lazım olursa?

Belki de bu korkularla her şeyi biriktirmeye başlamışım. Gazeteden bir şey kesip kenara koymuşum, bir dergiyi saklamışım vs vs.

Belki de bir şansım yurt dışında değişik yerlerde yaşarken, yer değiştirirken vs kaybolan, kalan, giden şeyler. Yoksa bir yerde sabit dursaydım sanırım eşi benzeri olmayan bir kütüphane ve inanılmaz bir yatay arşiv sahibi olacaktım.

Mardin’de bir süre bir evim oldu ve orada yaşarken İstanbul’da olduğum bir gün İstanbul'daki evin kütüphanesinde çok önemli bir kitabı aradım ve bulamadım. Kütüphanenin altını üstüne getirdim. Yok, yok, yok! Delireceğim. Kimseye vermiş olamam. Çok kıymetli bir kitap. Bakmadığım yer kalmadı, eminim kitap İstanbul’da olmalı ama yok. Mardin’e gittiğimde gördüm ki, kitap Mardin’deki evde.

O an aklıma çok sevgili bir dostumun bir sözü geldi: "İki ev olunca, biri diğerine küser." O an bir karar verdim, böyle devam edemezdim. Mobil bir hayatım vardı rehberlik mesleği nedeniyle bir kere. Bu nedenle bir merkezim olmalı, burası da İstanbul olmalıydı. En azından eşyalarım ve kitaplarım orada olmalı ve ben istediğim gibi istediğim yere gidebilmeliydim.

Şimdi geri dönüp düşünüyorum da, defalarca yurt içi ve yurt dışında ve İstanbul’da oradan oraya neler taşımışım, neleri sürüklemişim. Her taşınma küçülmek ve fazlalıklardan kurtulmak için bir fırsat olabilecekken, ben her sefer, yeni evde hallederim diyerek, her şeyi kutulara tıkıştırıp yıllarca birini bile açıp bakmamışım.

Teknolojiyi çok seven biri olduğum için son birkaç yıldır hep dillendirdiğim, "Hafiflemek istiyorum, her şeyimi dijital ortamda ve el kadar bir bellek sisteminde tutup, hafif hafif yollara düşmek istiyorum. Bir şey aradığımda elimin altında olsun. Eve gidince hallederim demeyeyim" duygularıma gün geçtikçe yaklaşıyormuşum aslında.

Kütüphanem yıllarca ve defalarca elden geçti. Şükür ki onu yapabildim. Çok kitap verdim. O kadar sefer (benim hatırladığım nereden baksan 5) elden geçti, kolilerle kitap hediye edildi, bağışlandı, okullara yollandı vs ve en son geçtiğimiz günlerde son bir temizlik yaptım ama hala 1300 civarında kitap var.

Meslek kütüphanemin en önemlilerini ve gerekenleri elden çıkartamam, çıkartmam da zaten. Bazı kitaplar var, veremem, verilmez. Onun dışında hiç acımadan, düşünmeden ayıkladım ve azalttım…

Minimalist olmaya karar vermiştim bir kere çünkü!

Laf ağızdan çıkmıştı… Ben bir şey yapmaya karar verdim mi, ne yapar eder yaparım.

Ama minimalist olma kararını almama neden olan aslında aylar önce kapsül gardırop uygulamasındaki başarımdı. Araştırmış, öğrenmiş, pratiğe geçirmiş hatta danışmanlık yapmaya başlamıştım.

Sonra sıkıldım. Ben zoru severim. Mevsimlik değil de yıllık kapsül gardırop denesem mi acaba diye düşündüm ve onu da başarınca artık minimalist mi olsam acaba diye düşünmeye başladım.



Bu çok doğal bir süreç. Çünkü kapsül gardırop konusunda başarılı olunca hayatın kökten değişiyor. İnanılmaz rahatlıyorsun ama yaşadığın ortam engellerle doluysa bir şeyler yanlış gibi geliyor.

Yaz gelip çatmıştı, ortam fena, iş güç yok. Bir rehber için inanılmaz bir travma. Yazın bizde iş olmaz tamam da, bu sefer durumlar farklı. Bir şeyler yapmalı, boş durmamalıydım.

Bir yandan yeni projeler üretmeye çalışırken öbür yandan minimalist olma konusunda kendimi eğittim. Ne varsa okudum, ne buldumsa izledim ve kendimde, evimde uyguladım.

Şunu gördüm:

Minimalist olmak için her şeyden önce buna hazır olacaksın. Hazır olmamak aslında bahane değil tabii, çünkü farkı yaşayınca, neredeymiş aklım bugüne kadar diyorsun.

Minimalist olmanın ilk şartı kapsül gardıroba geçmek. Her şeyden önce onu yapacaksın.

Şimdi aslında sihirli bir formül ve tek bir kural yok. Ben gördüm ki, kişiye göre değişebiliyor. Ama kurallara uymak da gerekir. Sen kurallara uy, sana uyanı da uygula dedim kendime.

İkinci yapılması gereken kitapları düzenlemek. Ben de bu kuralı bile bilmeden kütüphane en zoru diye her gün raf raf bu işe el attım. Sonuçta iki senedir oturduğum ve “Düşler Atölyesi” adını verdiğim mekânda hiçbir kitabın yerini bulamadığım yeni sistemimi bir kez daha değiştirdim ama bu sefer elimi attığım anda istediğim kitabı bulabilmenin huzuruyla. Diyorum ya, sistem! Tıkır tıkır işliyor.



Sıra en zor şeye gelmişti. Üçüncü yapılması gereken şey evraklar, kağıtlar, dökümanlar vs. İşte bu beni oldukça zorladı. Ama takip ettiğim herkes, en zoru budur diyordu, çok zaman alır diyordu. Okuduğum her şeyde de aynı durum mevzu bahis… Bu nedenle çok uzun ve zorlu bir sürece gireceğimi bilerek bu işe soyundum.



Yıllardır atmak istemediğim ve gerekli belgeleri tarayıp dijital ortama geçireyim der durur ve bir türlü de doğru dürüst bir şey yapmazdım. Üstelik sırf bu iş için tarayıcı bile almıştım. Ama bu sefer inanılmaz hızlı bir şekilde belgeler dijital ortama geçmeye ve çok ender birkaç evrak dışında hepsi çöpü boylamaya başladı.

Tabii bunu yaparken mutfak, banyo, dolaplar, ıvır zıvır ne varsa elden geçirdim ve benim Düşler Atölyesi’nden inanamayacağınız miktarda şey geri dönmemek üzere çıktı gitti.

Fotoğraflar, ıvır zıvır vs derken sonbahara minimalist olarak gireceğim hedefimi yakalamak üzereyim. Tabii ki tam anlamıyla istediğim hedefe varmış olmasam da, bir mucize gerçekleşti. Aslında minimalist oldum bile. Ben biraz daha yüksek bir hedef koydum. Onu da sonbaharda halletmek derdindeyim…

Kendi başınıza yapamayacağınız çok şey olabiliyor, ya da bir metod her şeyiyle size uymayabiliyor. Birinden bir şey, birinden başka bir şey alıp, biraz da kendi mantığımı ve hislerimi kullanarak sanırım bana en uygun yolu çizdim.



Bu süreçte çok eğlendim. Artık her gün 10 dakikalık dokunuşlarla mucizeler gerçekleştiriyorum. Kendime ait bir sistem geliştirdim.

Bir daha taşınırsam (ki sanırım bu çalışmayla kendimi yeni bir hayata da hazırlıyorum) peşimde ve sırtımda onca yükle gitmeyeceğim yeni evime.



Ruhen de çok iyi geldi bu süreç bana aslında. Yüzleşmeler, vedalaşmalar kolay değildir. Tüm bunları yaşadım arka arkaya. Pek çok kişiye de yardım etmeye çalıştım elimden geldiğince. Bunu da çok sevdim. Yardım etmeye de devam edeceğim.

Çünkü an geliyor tıkanıyorsun, insan var bunu kendi başına yapamıyor, işte o anda bir yardım gerekiyor. Bence çekinmemek ve yardım almak çok keyifli. Yalnız kalmıyorsun, hata mı yapıyorum diye suçluluk duymuyorsun, sohbet ediyorsun, eğleniyorsun ve…

… ve azla daha çok oluyorsun, vaktini ve paranı daha iyi ve güzel şeylere harcıyorsun.

Aslında hayata yer açıyorsun...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder